Film, eski bir ABD başkanının dul eşi olan Tess Carlisle (Shirley MacLaine) ile onu korumakla görevli gizli servis ajanı Doug Chesnic (Nicolas Cage) arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Filmde bu iki baş karakterin sürekli tartışmalarını, protokol ihlallerini ve en sonunda birbirlerine bağlanmalarını izleriz.

Potansiyel olarak zengin olan bir konu maalesef bu filmde yüzeysel bir şekilde işlendiği için açıkçası hamuru güzel yoğurmamışlar diyorum. Bununla birlikte yönetmen Hugh Wilson ve senarist PJ Torokvei, karakterlerin geçmişlerini, motivasyonlarını ve duygularını yeterince derinleştirmedikleri için filmdeki karakterler ile seyirci, tam manası ile özdeşleşemiyor. Yani seyirci, sıkıcı ve bol vakit alıcı sahneleri dışarıdan izliyor, sahnelerin içerisine giremiyor. Öncelikle filmi sevmemiz için karakterlerle özdeşlik kurmalıyız, karakterlerle özdeşlik kurmak için de onları iyi tanımalıyız. Karakterleri net bir şekilde tanımadığımız için de onlarla özdeşleşemiyoruz, bütünleşemiyoruz ve bu durum da seyirci açısından filmi sıkıcı bir hale getiriyor. Filmin sıkıcı hale gelmesini sağlayan bir diğer en önemli etken de boş yere bol vakit alan sahnelerin çekilmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin 2 dakikaya sığabilecek bir sahneyi 6 dakika boyunca seyretmek durumunda kalıyoruz. Bu yüzden filmin büyük çoğunluğunu örnek göstererek söyleyebiliriz ki bazı sahneler çok sıkıcı ve yavaş ilerlemekte. Örneğin, Tess’in evindeki günlük rutinleri.

Filmin türleri arasındaki bağı inceleyecek olursak bazı sahnelerin çok abartılı ve gerçekçi olmayan kurgusundan kaynaklı olarak komedi ve dram arasında bir denge kurulamıyor. Örneğin, Tess’in kaçırılması ve Doug’un onu kurtarması.

Ayrıca film, başrol oyuncuları arasındaki kimyanın yetersizliği nedeniyle izleyiciyi etkileyemiyor. Shirley MacLaine, Tess’i çok sinir bozucu ve huysuz bir kadın olarak canlandırıyor. Bir First Lady’den ziyade huzur evine yatmış ve ömrünün bitmesine kızan huysuz babaanne rolünde. Nicolas Cage ise Doug’u çok pasif ve donuk bir adam olarak oynuyor. Sanki bir Gizli Servis Ajanı gibi değil de bir bahçıvan veyahut da bir şoför gibi filme hazırlanmış. Tüm bu nedenlerden kaynaklı olarak da bu iki baş karakter arasındaki enerjiyi olumlu alamamamız nedeni ile karakterlerin uyumundan ziyade ilk başta uyumsuzluğu dikkatimizi çekmekte. Ya oyuncularımız filmdeki karakterler ile tam özdeşleşmemekte, ya da rollerine iyi hazırlanmamış. Artı bir fonksiyon daha var, senariste ve yönetmene de aslında büyük görev düşüyordu ama bu görevi iyi değerlendirememişler. Bu başarılı iki oyuncunun performansı da tüm bunlardan kaynaklı olarak filmde iyi kullanılamamış. Bu etkenler eşliğinde yola çıkacak olursak baş karakterlerimizin birbirlerine aşık olmaları hiç ama hiç inandırıcı (üstüne bastırarak söylüyorum) gelmiyor! İnandırıcı gelmemesi ayrı, aşk ile ilgili bir enerjiyi film boyunca hiç alamıyorsunuz bile. O yüzden filmde asla romantizmin olmadığını, sadece huysuz eski First Lady ile onun gönülsüz koruması arasında geçen sinir bozucu ilişkinin ve atışmaların olduğunu savunuyorum. Genel olarak güzel olan bir konuyu bu filmde harcanmış sayıyorum, bu yüzden film benim için büyük bir vakit kaybı oldu.

Yorum bırakın

Trend

WordPress.com’da bir web sitesi veya blog oluşturun

Abdullah Etka Karadeniz sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et